logo

Yaşamın Vazgeçilmezleri: Nefes, Su/Tuz, Gıda

Yaşamın Vazgeçilmezleri: Nefes, Su/Tuz, Gıda

“Ne yersen osun” diye nitelenebilecek bireyin başarını, psikolojisini, sosyal hayatını direk etkileyen beslenme alışkanlıklarında su ve tuzun nefes almak kadar öneme sahip.

Beslenme alışkanlığı, hayat standartlarımızı belirler. “Ne yersen osun.” Beslenme alışkanlıkları bireyin başarını, psikolojisini, sosyal hayatını direk etkiliyor.  Temizliğin en güzeli kirletmemek olduğu gibi, sağlıklı olmanın en kolay yolu da hasta olmamak. Peki hasta olmamak için ne yapmak gerek. Hem bireylerin hem kurumların beslenme süreçlerinde dikkat etmesi gereken temel prensiplerle ilgili biraz ayrıntılı bilgilere yer vereceğim. Bu yazılanlar önleyici tıbbın özünü oluşturuyor. Önemine binaen Tuz ve Su bahsi biraz uzun oldu. Hepsini sabırla okursanız eminim hayatınızda çok şey değişecektir… Sağlıklı yaşamlar diliyorum.

YAŞAMIN VAZGEÇİLMEZLERİ.

İnsanın hayatını sürdürebilmesi için üç temel şeye ihtiyaç duyar. Yani bunların en önemlisi Nefes alıp vermek… ikincisi Su içmek, üçüncüsü de beslenmedir. Bu üçünü doğru şekilde karşıladığımızda kolay kolay hasta olmayız. Modern tıp maalesef hastalıkları iyileştirmek için değil, baskılamak ve ötelemek üzerine kurulu bir düzendir. Şeker hastalığı tedavi edilmez, ömür boyu ilaç kullanmak zorundadır. Tansiyon hastası olan ölene kadar tansiyon hastasıdır. Hatta bir hastalığı tedavi edelim derken başka bir rahatsızlığa sebebiyet veriliyor. Ağrı kesicinin yan etkileri listesine baksanız o ilacı ağzınıza almazsınız. O yüzden sağlığa bütünsel bakmak zorunluluğu vardır. İnsanlar bireysel olarak yediklerine içtiklerine dikkat etmeye çalışsalar da özellikle iş hayatında çalıştıkları kurumların beslenme düzenleri bu prensiplerden uzak oluyor maalesef. Sağlıklı beslenmek çok maliyetli olmasa da göze görünür bir gider olduğu için kurumlar tarafından en ucuzu, en hesaplısı tercih ediliyor. Oysa sağlıksız beslenme sonucu hasta olan çalışanının işe gelmemesinden dolayı o şirketin uğradığı kayıp çok daha büyüktür. Veya yediği yemekten dolayı hareket melekeleri zayıflayan, düşünce dimağı bulanıklaşan bir personelin kuruma verdiği zararı kimse düşünmemektedir. Beslenme konusunda hem bireylere hem kurumlara çok şeyler düşüyor. Ana prensiplere burada kısaca yer vereceğim.

BİRİNCİ VAZGEÇİLMEZİMİZ NEFES

Dünya sağlık örgütü insanların nefes alma kapasitemizin sadece %30’unu kullandığımızı açıklamaktadır. Hücrelerimizin en önemli yaşam kaynağı olan yeterli oksijenin vücuda girmemesi sonucu, kan dolaşımı, kapasitesinin altında çalışıyor ve bu da organlarda hastalanmaya neden oluyor. 50’ye yakın hastalık “oksijensizlik” olarak sınıflandırılıyor. Nefes terapileri ile ciğerlerimizin kapasitesini artırabiliriz ve bir çok rahatsızlık da kendiliğinden geçer.. Ciğer kapasitemiz kadar aldığımız havanın kalitesi de önemli elbette. Dağ ve deniz havasının insana iyi geliyor denmesinin altında yatan sebep havanın içinde bulunan negatif iyonlardır. Bulunduğumuz ortamda ne kadar negatif iyon fazlaysa hava kalitesi de o kadar iyi demektir. En çok negatif iyon ise şelalelerde (1 cm3 havanın içinde 50.000 civarı), ormanlarda (20.000), deniz kenarlarında(10.000) bulunur.. Bir de tuz mağaralarında.. Tuz mağaralarındaki negatif iyon miktarı 1 cm3 havanın içinde 150.000 civarındadır. Bu bilgi bile tuz mağaralarının sağlık açısından ne kadar önemli olduğunun göstergesidir. Nefes terapisi kendi kendine öğrenilecek bir konu olmamakla birlikte, sabahları 3-5 dakika güne derin nefes alarak başlamak size faklı bir dünya açacaktır. Kurumlar iş ortamlarının havasını temiz tuttuklarında çalışanlarının da sağlıklarına katkı sunduklarının farkına varmalıdırlar. 

İKİNCİ VAZGEÇİLMEZİMİZ SU VE TUZDUR

Su, insan yaşamı için oksijenden sonra gelen en önemli maddedir. Yetişkin bir insanın vücut ağırlığının yaklaşık %50-70’ini su oluşturur. Bu oran yaşa, cinsiyete, kiloya, boy uzunluğuna ve kişinin fiziksel etkinliğinin derecesine bağlı olarak değişse de genelde erkeklerde %60, kadınlarda %50, çocuklarda %65-75’tir. Yaş ilerledikçe vücuttaki yağ oranı artar ve su oranı azalır. Kas dokusu yağ dokusundan daha fazla su içerir. Vücudumuzdaki suyun 2/3’ü hücrelerin içinde, geri kalanı ise damarlarda, dokular arasında, sindirim sisteminde ve vücut boşluklarında bulunur. Vücut sıvılarının da (kan, mide salgısı, tükürük ve idrar) büyük bir kısmı sudur.

İnsanda iki tür açlık vardır.. yemek açlığı ve su açlığı.. ancak his olarak ikisi de aynıdır.. Su açlığını gideremeyen insan sürekli yemek yiyerek obez olmaktadır.. Su açlığı, hücrelerin içinde yeterince sıvının bulunmamasıyla ilgilidir.. Normal içtiğimiz suyun alkali değeri 7.5 ph değerinin üzerinde değilse o su hücrelere kadar ulaşmaz maalesef.. Tam da burada tuz devreye girmektedir… Doğal tuz, su ile birleştiğinde suyu alkali hale getirmektedir.. ve bu su hücre zarının içine girebilmektedir.. % 100 kristal kaya tuzundan elde edilen TUZ PASTİL ve kristal alkali su tuzu bu işlevi görmede büyük etkiye sahiptir. Çok düşük maliyetlere içtiğiniz su sağlıklı hale gelebilir.

Neden Tuz Tüketmeliyiz?

Su ve Tuz birbirini tamamlar, Tuz olmadan suyun, su olmadan tuzun bir anlamı yoktur. Su ve Tuz iki aşık gibidir.. Su hayatımız idamesi için vazgeçilmezimizse, tuzsuz da hiçbir canlı yaşayamaz. Vücuttaki sıvı dengesinin korunabilmesi için sodyum minerali gereklidir. Tuz, içerdiği sodyumla vücut sıvılarının dengesini ve basıncını düzenler. Tuz, hücrelerimizin içinde ve dışında yer alan suyun dengeli dağılımında rol oynar. Sodyum; elektrik yüklerinin hücre içi ve dışında hareket etmesini yani sinir iletimini sağlar. Beyin sinyallerinin hücrelere iletilmesinden; tat, koku ve dokunma duyuları gibi birçok fonksiyon için sodyuma ihtiyaç vardır. Daha genel bir ifade ile tuz vücudumuzun elektrik sistemini düzenler.

Sodyum, vücutta depolanan minerallerden biri değildir ve fazlası idrar ve ter yoluyla vücuttan atılır. Atılamazsa ne olur? Ödem olur. Tuzun kalitesi burada devreye girer. Sağlıklı bir kişinin günlük tuz ihtiyacı 6-8 gram civarıdır. Yetişkin bir insanın vücudunda yaklaşık 250 gr. tuz bulunur. Diğer bir ifade ile insan vücudunun yaklaşık % 3,5’i tuzdur. Denizlerin tuzluluk ortalaması da yaklaşık % 3.5’tir. İnsan adeta küçük bir dünya gibidir..

Tuzu ne kadar tanıyoruz?

Suyun aksine, tuz kübik bir yapıya sahiptir. Tuzu özel kılan ise değişkenliği ve dönüşüm becerisidir. Tuz, suda çözülebilen tek kristaldir. Türk gıda kodeksi tuz tebliğine göre rafine tuzun içerisine 10 ayrı katkı maddesi konulabilmektedir..Bunların 3’ü siyanür çeşidi (potasyum ferrosiyanür), 2 si alüminyum hidroksit, alüminyum silikat ve Emilgatör serisinden 5 katkı maddesi  daha.. İşte insanları hasta eden bu katkı maddeleridir.. 700 derecede eritilerek rafine edilen tuzun içindeki tüm mineraller alınarak sadece sodyum klorür bırakılmaktadır..(Ayrıştırılan mineraller eczanelerde geri bize satılmaktadır.) Bu bir zehirdir..içine atılan topaklaşmayı önleyici, nem tutucu, akışkanlık sağlayıcı katkı maddeleri ile çifte zehir haline gelmektedir. Ayrıca tekrar kristalize olan tuzun kristalize yapısı da değişmektedir.. Rafine tuzu vücudumuza aldığımızda, vücudumuz bu tuzu zehir kategorisinde görüp bir an evvel atmak istemektedir. Bu da tansiyonun yükselmesinin ana sebebidir.

İşlemden geçmiş yani rafine edilmiş 1 gram tuz, vücudumuza girdiğinde 23 gram suda çözülmektedir. 1 gram doğal kaya tuzu ise 1 gram suda çözülmektedir. Vücudumuz tuzu çözmek için ihtiyaç duyduğu bu sıvıyı hücrelerin içerisindeki sudan temin etmektedir.. Normalde hücrelere su taşıması gereken tuz, rafine olarak tüketildiğinde tam aksine hücrelerin içindeki suyu kullanmaktadır.. İyot ihtiyacını karşılamak üzere konulan iyot ise hava ile temasla birlikte uçup gitmektedir. Tuza katılan kimyasallar vücutta birikmekte ve birçok hastalığın sebebi olmaktadır.

Vücudumuz 20’si temel, 84 elementten oluşmaktadır..bir çok element binde bir, hatta milyonda bir esemesindedir.. bu elementlere “eser miktarı” diyoruz.. Vücutta bulunmaması hasta eder, karşılandığında ise o hastalıktan kurtulmuş oluruz.. Bu elementleri doğal yollardan almamız gerekir ancak bugün, içtiğimiz su, yediğimiz yiyecekler, tükettiğimiz besinler maalesef bu elementleri karşılayacak nitelikte değildir.. Doğal Kaya Tuzu’nda işte bu 84 element bulunmaktadır.. Aslında Göl tuzu ve deniz tuzunda da bu elementler bulunur.. Ancak göl ve denizlerden elde edilen tuz çevresel kirlilikten dolayı direk olarak kullanılamaz.. Misal Türkiye’nin en çok tuzunun karşılandığı Tuz Gölü’ne Konya’nın kanalizasyon sistemi akmaktadır.. İzmir’de en büyük deniz tuzu işletmesi tuzlu suyu Ege Denizi’nden karşılamaktadır.. ve Ege Denizi’nin bir çok bölgesine yüzmek için bile girilememektedir.. Ayrıca denizlerin ve göllerin başta radyasyon olmak üzere tüm kirliği çekme potansiyeli vardır.. Dünyadaki radyasyonun emiliminin yüzde 70’ini denizler sağlamaktadır..Maden olarak çıkarılan Kaya Tuzu ve Kaynak Tuzlar ise yaklaşık 250 ile 300 milyon yıl öncesine aittir ve hiçbir dış etkene maruz kalmamıştır.. Dünyanın en kaliteli Kaya Tuzu madenlerinden birisi Çankırı’da bulunan tuz yataklarıdır. Oluşumu 250 – 300 milyon yıl öncesine uzanan bu madenler, Hititler’den günümüze kadar 5000 yıldır işletilmektedir. Ancak sanayinin gelişmesi ile birlikte kaya tuzu madenciliği ihmal edilir bir hâl almıştır. İşte bu doğal kaya tuzunu veya tuz madenlerinin içinden çıkan kaynak tuzunu tükettiğimizde vücudumuzun ihtiyaç duyduğu eser miktarı birçok minerali karşılamış oluruz.

Yemeğe Tuz ile başlamanın dini literatürdeki yeri nedir?

Peygamberimizin insan sağlığıyla ilgili tavsiyeleri, görüşleri ve uygulamalarına Tıbbı Nebevi diyoruz. Tıbbı Nebevi özellikle önleyici tıp alanında büyük öneme sahiptir. Sahih hadis kitaplarında, Peygamberimizin “Katığınızın efendisi tuzdur” buyurduğu; “Ya Ali, yemeğe tuz ile başla.. Yemeğe tuz ile başlayıp tuz ile bitirmek 70 derde şifadır” şeklinde buyurduğu rivayet edilmiştir. (Şir’atü’l-İslam)

Yemekten önce ve sonra tuz tatmaya modern tıp ne diyor?

Yemekten önce tadılan tuz, mide enzimini harekete geçiriyor, sinirleri uyarıyor, hazmı kolaylaştırıyor. Yemeğe tuz ile başlanırsa beyin tarafından gönderilen bir uyarı sayesinde, midede mukus denilen sindirimi kolaylaştırıcı bir tabaka oluşur ve midenin sindirime hazırlıksız yakalanması önlenir. Tuz sayesinde tükürük guddeleri daha fazla salgı yapıyor, sindirim ve ağızdaki karbonhidrat parçalanması daha kolay oluyor. Ağız içine hava yoluyla bulaşmış mikroplar, tuzdaki sodyum klor sayesinde temizleniyor. Yemekten sonra alınan tuz da, ağza bol miktarda gelen ptiyalin ile dişlere yapışmış olan karbon-hidratları çözüp eritiyor ve diş çürümelerini önlüyor. Ayrıca ağızda antiseptik özelliği gösteriyor.

Kaya tuzunun lamba formatında negatif iyon verme, havayı temizleme özelliği de vardır ancak bu konuya burada girmiyorum.. Yine Kaya tuzunun ve kaynak tuzun eritilerek bulunduğu ortamda müthiş etkilere sebep olduğu bilinmektedir.. Tuz solesinin kötü enerjiyi kovma, musallatları yaklaştırmama, havanın vitamini olma gibi özellikleri de vardır.. Bu konularda açıklama isteyenlere ayrıca bilgi verebilirim..

Özetlemek gerekirse “rafine edilmiş TUZ” sadece “tat” olarak tuzdur.. Aslen zehir ötesi zehirdir.. Doktorların uzak durun dediği tuz işte bu tuzdur ve doğrudur.. Tüketmemiz gereken tuz ise tam kristalize olmuş Kaya Tuzu ve yine tuz madenleri içinden doğal yollarla çıkan Kaynak Tuzlarıdır..Bu tuzlar tam bir şifa kaynağıdır.. Sağlığımızın vazgeçilmezidir..

ÜÇÜNCÜ VAZGEÇİLMEZİMİZ BESLENMEDİR

Bu konuyu diyet ve beslenme uzmanlarına bırakmakla birlikte birkaç küçük bilgi ve tavsiyede bulunacağım. Kurumlarda mutlaka beslenme uzmanları çalışmalı. Hele kurumlara yemek getiren firmaların insana kalan firmalar, iş yerlerindeki başarı ile mutfak arasında bir bağın olup olmadığının farkına varmalıdırlar.

Vücudumuzun tüm besin öğelerine ihtiyacı vardır. Bu yüzden tek taraflı beslenmek yanlıştır. Kişi enerjisini karbonhidrat, protein ve yağlardan sağlar. Bu besin öğelerinin günlük alım düzeyleri bizim için çok önemlidir. Her bireyin kendine özgü enerji gereksinmesi vardır. Ayrıca bireylerin günlük alması gereken vitamin mineral oranları farklılık göstermektedir. Bu öğelerin yetersiz alımıyla vücutta sadece zayıflama değil birçok hastalığa yatkın hale getirir. Beslenme yetersizliği gibi aynı şekilde aşırı beslenme de kişiyi şişmanlığa götürür bu durumunda beraberinde getireceği çeşitli komplikasyonlar olabilmektedir.

Benim belirlediğim genel prensip şu:

“İdrarını sarartma, dışkını karartma”

Beslenme anne karnında başlar, bebeklik, çocukluk, yetişkinlik ve yaşlılık boyunca devam eder. Kişinin beslenmesine verdiği önem onun gün boyunca aktif ve zinde olmasını sağlayacaktır. Bu sebeple beslenmeye hayatın belirli dönemlerinde değil hayat boyu önem vermek gerekir.

Hayatımızda edineceğimiz küçük prensipler sağlıklı beslenmemize etki edecektir. İşte basit ama hayati önemi olan birkaç tavsiye.

  • Yemeğe besmele ile başlayın.
  • Yemekten önce ve sonra tuz tadın.
  • Yediklerinizin sofranıza gelene kadar geçen süreç ve serüvenlerini düşünerek yiyin..
  • Güne asla kahvaltısız başlamayın.
  • Açlık hissetmiyorsanız yemeği yemek için yemeyin.(Acıkmadan yeme, doymadan kalk. Mideyi 3’e böl, yemek, su ve boşluk kalsın..)
  • Su tüketiminize önem verin. Günde en az 8-10 bardak su içmeye özen gösterin.
  • Aşırı şekerli besinleri tüketmekten kaçının.
  • Meyve ve sebze tüketmeye özen gösterin.
  • Yiyeceklerinizi yavaş yiyin, iyi çiğneyin.. Dişin işini dişe, midenin işini mideye yaptırın.
  • Yatmadan en az 2 saat önce yemek yemeyi kesin. Tok karna uyumayın.

Herkese sağlıklı bir ömür diliyorum.

Mustafa Halilğlu /

www.hipnotuz.com / 0533 664 53 54

Paylaşın:
Etiketler: » » » » » » » »
#

SENDE YORUM YAZ