logo

Karadenizliler Haykırdı: ‘Karadeniz Yarına da Kalsın’

Karadenizliler Haykırdı: ‘Karadeniz Yarına da Kalsın’

Sosyal medyada Trabzonlu ve Trabzon sevdalısı 300’ü aşkın bilim insanı, milletvekili,  sanatçı, gazeteci, yazar ve meslek sahipleri haykırdı: “Karadeniz yarına da kalsın.”

Sosyal medyada Trabzonlu ve Trabzon sevdalısı 300’ü aşkın bilim insanı, milletvekili,  sanatçı, gazeteci, yazar ve meslek sahiplerinin bir araya gelmesiyle örgütlenen Trabzon Düşünce ve Kültür Platformu, dün, Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde seçkin izleyicilerin katıldığı bir panel düzenledi. “Karadeniz Yarına da Kalsın” başlığı altında Karadeniz’in çevresel sorunlarının tartışıldığı panelde, Karadeniz’in, Türkiye’nin ve Dünya’nın çevre sorunlarının ortadan kaldırılması için duyarlılığın mücadeleye taşınması ve bu tür etkinliklere süreklilik kazandırılması kararı alındı.

31 Ekim Uluslararası Karadeniz Günü nedeniyle düzenlenen panel Emekli Amiral, Araştırmacı, Yazar Türker Ertürk’ün açılış konuşmasıyla başladı. Paneli İstanbul Barosu’nun önceki başkanı Av. Muammer Aydın yönetti. Karadeniz’in karasıyla ve deniziyle yaşadığı çevre sorunlarının tartışıldığı panelde konuşmacı olarak Prof. Dr. Bayram Öztürk, Prof. Dr. Doğan Kantarcı, TMMOB Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu, Yük. Mim. Bekir Gerçek yer aldı. Panelin ardından Gazeteci, Yazar Alâettin Bahçekapılı’nın  yönettiği forumda katılımcılar görüşlerini açıklama olanağı buldu.

Panelistlerden  Prof. Dr. Doğan Kantarcı, Karadeniz’deki  barajlar, HES’ler ve maden aramalarının yaptığı tahribata değinirken, Prof. Dr. Bayram Öztürk de  verimli tabakası 50 metreye düşen denizde balık ve öteki türlerde meydana gelen azalmanın nedenlerini açıkladı. TMMOB Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu, bölgede ve tüm yurtta geçerli kılınmaya çalışılan kentleşme anlayışının yol açtığı yıkımlara örnekler verdiği konuşmasını panel için Trabzon’dan gelen Yük. Mim. Bekir Gerçek‘in aktardığı bilgiler destekledi.  Panelin ardından Gazeteci, Yazar Alâettin Bahçekapılı’nın yönettiği forumda izleyiciler düşüncelerini paylaşırken, Samsun’dan gelerek  o yöredeki uygulamaların yol açtığı sorunları  duyurmaya çalışan ADD Samsun Şube Başkanı Işık Özkefeli‘nin kısa konuşması büyük ilgi çekti. Bahçekapılı’nın panelde sergilenen sorunların “sistemden kaynaklandığını”, dünyada ve Türkiye’de uygulanan ekonomik sistemin ekosistem üzerinde oluşturduğu baskı ve tahribatın ancak “yeniden bir Kurtuluş Savaşı ile” ortadan kaldırılabileceğini, bunun için de “Kuvayi Milliye ruhu ve seferberlik anlayışı ile” hareket etmek gerektiğini vurgulayan konuşması “topluma atılan bir çığlık” gibiydi.

“Karadeniz Yarına da Kalsın” panelinin açış konuşmasını yapan Emekli Amiral, Araştırmacı-Pazar Türker Ertürk şunları söyledi:

“Trabzon Düşünce ve Kültür Platformu, Trabzon dışında ve ağırlıkla İstanbulda yaşayan Trabzonlulardan oluşmuştur. Ama bilinen hemşehri derneklerinden biri değildir. Bu platform; Trabzon dışında yaşayan ama maddi ve manevi birikimleri ile Trabzon’a, bu bağlamda tüm Karadeniz’e ve Türkiye’ye faydalı olmayı, katma değer yaratmayı amaçlayanların hareket noktası düşünce ve kültür olan birlikteliğidir.

Panel konumuz; “Karadeniz Yarına da Kalsın!” Evet, endişeliyiz! Çünkü; bu gidişle Karadeniz’i yarına, çocuklarımıza ve torunlarımıza güzelliklerini, verimliliğini ve cennet durumunu yitirmiş olarak bırakacağız. Karadeniz derken; güneyinde ülkemiz Türkiye’nin bulunduğu, batı, kuzey ve doğusunda Bulgaristan. Romanya. Ukrayna, Rusya ve Gürcistan ile beraber paylaştığımız denizden, arkasında ise Kırklareli’nden Artvin’e kadar uzanan sahil şeridimizden ve gerisinde bulunan dağlarından, yaylalarından ve vadilerinden bahsediyoruz. Biliyorsunuz, bu panelin yapıldığı İstanbul ilimiz de aynı zamanda bir Karadeniz kentidir.”

Ertürk daha sonra, bölgede karşılaşılan sorunların başlıcaları hakkında görüşlerini açıkladı:

“Elektrik üretme bahanesi ile yapılan ve hala realize edilmeye çalışılan HES’lerle bölgenin iklimi değişecek ve havzanın flora (doğal bitki örtüsü) ve faunası (bölgede yetişen hayvan türleri) tahrip olacaktır. Proje, bölgede yaşayan binlerce insanın dışarıya göçüne de neden olacaktır. Bölgenin madenler bakımından çok zengin olduğu bilinmektedir. Bu proje, maden yağmasının önüne çıkabilecek insan engelini ortamdan çıkartmaktadır. Barajların işgal etmediği alanlar ise uluslararası maden şirketlerinin yerli işbirlikçilerine tahsis edilmiş ve halen de edilmektedir.

Ülkemizin doğasına karşı tahribat yalnız Trabzon’la, Karadenizle sınırlı da değil! Türkiye’nin her yeri, az veya çok, doğa katliamından nasibini alıyor. Geçtiğimiz Ağustos’ta Kaz Dağları, Kirazlı Köyü, Balaban Mevkiinde altın madeni projesi kapsamında yapılan doğa katliamına dur diyebilmek için başlatılan “Su ve Vicdan” nöbetine destek vermek amacıyla o bölgeye gittim ve katliamı yerinde görüp, direnişe destek verdim.

Kaz Dağlarına, Salda Gölü’ne, Karadeniz’in yaylalarına ve Cerattepe’ye sahip çıkmak; aynı zamanda bir vatan savunmasıdır. Günümüzde, bir milletin üzerinde yaşadığı ve nimetlerinden faydalanma imkanına sahip olduğu kara ve deniz alanları ile bu alanların üzerindeki hava sahasına vatan ve bu alanların korunmasına ise vatan savunması denmektedir.

Yakın gelecekte, karşınızda savaşan bir canlı bile göremeyeceksiniz. Karşınızda: binlerce kilometre uzaktan gönderilen ve kumanda edilen robot askerler, insansız ve silahlı hava, deniz ve kara araçları ile uzaydan sizi hedefleyen çeşitli silahlar olacak. Artık vatan savunması ölerek değil yaşayarak. hayatta kalarak, bilim insanlarına ve nitelikli topluma sahip olarak, toplumsal katma değer üreterek, bilinçlenerek, farkındalık yaratarak, elini taşın altına sokarak ve sorumluluk alarak yapılacak.

Türkiye, her yıl erozyonla, geriye dönüşü olmayacak şekilde, 750 milyon ton kadar, en verimli toprak parçalarını kaybediyor. Bunun nedeni; doğal bitki örtüsünün ortadan kaldırılması. Kaz Dağları bölgesinde, yalnız altın madeni gerekçesiyle 195 bin ağaç kesildi. Sadece bu kadar da değil vatanımıza saldırılar! Doğamız her yerde tahrip ediliyor, sahillerimiz, göllerimiz, nehirlerimiz ve yaylalarımız kirletiliyor, en verimli ovalarımız betonların altında bırakılıyor. Bunun için bir vatan savunması yok mu? İşte bu saldırılara karşı savunma tankla, tüfekle olmuyor; bilinçli insanlarla, toplumla ve bizim gibi farkındalık yaratmaya çalışan platformlarla, derneklerle oluyor.

Vatan; hoyratça, haince. sorumsuzca kullanacağımız ve har vurup harman savurabileceğimiz bir miras değil. atalarımızdan gelecek nesillerimiz için emanet aldığımız. ortak kutsal evimizdir. Ama iktidar, kutsal vatanımıza karşı duyarlı ve hassas değil; bilakis eylemleriyle, yaptıkları ve yapmadıkları ile sanki düşmanlık içinde.

İstanbul gibi bir şehirde, geçmişte çocukluğumuzda ve gençliğimizde yaşamadığımız kadar dolu ve sel gibi tabii afetleri sıklıkla yaşar olduk. Esasında bu felaketler, doğaya karşı işlenen ihanetin neticesidir. İstanbul’daki sel felaketinin başat sorumlusu; doğayı katleden, yeşil alanlarımızı yok eden, şehri ranta kurban ettiren, çağdaş şehircilikten damla kadar nasibini almayan, ama çeyrek asırdır İstanbul’u yönetmiş olanlardır.”

Ertürk’ün yaptığı açış konuşmasının ardından panel yöneticisi Av. Muammer Aydın, panelistlere tek tek söz verdi.

Panelistlerden  Prof. Dr. Doğan Kantarcı, Karadeniz’deki  barajlar, HES’ler ve maden aramalarının yaptığı tahribata değinirken, Prof. Dr. Bayram Öztürk de  verimli tabakası 50 metreye düşen denizde balık ve öteki türlerde meydana gelen azalmanın nedenlerini açıkladı. TMMOB Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu, bölgede ve tüm yurtta geçerli kılınmaya çalışılan kentleşme anlayışının yol açtığı yıkımlara örnekler verdiği konuşmasını panel için Trabzon’dan gelen Yük. Mim. Bekir Gerçek‘in aktardığı bilgiler destekledi.  Panelin ardından Gazeteci, Yazar Alâettin Bahçekapılı’nın yönettiği forumda izleyiciler düşüncelerini paylaşırken, Samsun’dan gelerek  o yöredeki uygulamaların yol açtığı sorunları  duyurmaya çalışan ADD Samsun Şube Başkanı Işık Özkefeli‘nin kısa konuşması büyük ilgi çekti. Bahçekapılı’nın panelde sergilenen sorunların “sistemden kaynaklandığını”, dünyada ve Türkiye’de uygulanan ekonomik sistemin ekosistem üzerinde oluşturduğu baskı ve tahribatın ancak “yeniden bir Kurtuluş Savaşı ile” ortadan kaldırılabileceğini, bunun için de “Kuvayi Milliye ruhu ve seferberlik anlayışı ile” hareket etmek gerektiğini vurgulayan konuşması “topluma atılan bir çığlık” gibiydi.

Panelistler ne dedi?

Panel yöneticisi Av. Muammer Aydın panelistleri takdim konuşmasında platformun kuruluş amacını açıkladı. Aydın şöyle dedi: “Herkese açık bir platformdur bu.  Titri olsun olmasın herkes ile beraber olabilmek için bu Platformu kurduk; bu platformda sizlerle beraber büyümeye devam ediyoruz; farkındalık yaratma amacındayız. Bildiğiniz gibi bu platformda referandum döneminde hem İstanbul’da hem Trabzon’a giderek önemli çalışmalar yaptık; Türkiye’nin nereye gittiğine ilişkin düşüncelerimizi açıkladık. Şimdi de hem yöremize hem ülkemize katkı vermek açısından böyle bir panelimiz var. Adı zaten her şeyi anlatmaya yetiyor: Karadeniz yarına da kalsın. Yani çocuklarımıza kalsın, Yani torunlarımıza kalsın, Yani torunlarımızın da torunlarına. gelecek kuşaklara kalsın. Geleceğe aldığımızdan daha iyi bir şekilde bırakalım istiyoruz hem Karadeniz’i Hem Türkiye’yi hem dünyayı. Tabii biz bunları yaparken buraları nasıl koruyabiliriz diye uğraşırken birileri de buralardan nasıldır rant sağlayabilirim, para kazanabilirimin  peşinde.  İşte bizim mücadelemiz bunlarla. Artık günümüzde savaşlar cephelerde yapılmıyor, masa başında yönetimlerde, hükümetlerde dünyanın doğanın kaynaklarını ele geçirebilmek için işbirliklerine gidiliyor işbirlikçiler ile Doğa yağmalamaya çalışılıyor. İşte Arapların mangal keyfi için katledilen Uzungöl, işte yeşil yağmasına uğrayacak Yeşil Yol. Mücadele edeceğimiz alanlar, sorunlar çok anlayacağınız gibi.”

Prof. Kantarcı dedi ki…

Aydın’ın bu değerlendirilmesinden sonra ilk sözü verdiği Profesör Dr. Doğan Kantarcı Doğu Karadeniz Bölgesi’nde önemli sorunlardan birinin de suların önüne yapılmak istenen HESler ve barajlar olduğunu; Yağmur rejimi dikkate alındığında bu barajların birçoğunun yeterli oranda dolamayacağını belirterek  özellikle Doğu Karadeniz’de maden aramaları yoluyla ormanların ve doğanın katledildiğini vurguladı.

Doğanın bu baskıya uzun süre tahammül edemeyeceğini ve isyan edeceğine belirten Kantarcı Doğu Karadeniz’de meydana gelen toprak kaymalarının ve sel felaketlerinin doğaya karşı sürdürülen bu savaştan kaynaklandığını ifade etti. Kantarcı şöyle dedi:

“Bölgede yaptığım araştırmalarda ilginç bir bulguya rastladım: nüfus oransal dağılımına bakıldığında 50 yaşa kadar erkek nüfusun fazla  bulunduğu bölgede 50-59 yaş aralığında erkek-kadın oranının eşitlendiğini, sonrasında kadın nüfusunun daha fazla olduğunu gördüm. Bunun nedenini araştırdığımda orada yaşayan sağlıkçılara sorduğumda şu yanıtı verdiler: Madenlerde çalışan erkekler 50 yaşından sonra hastalanıp bu dünyadan ayrılıyorlar kadın nüfusu bu nedenle daha fazla oluyor. Maden konusunu irdelerken bu sağlık sorununu da gözden uzak tutmamak gerekir.”

Trabzon’dan gelen Gerçek dedi ki…

Trabzon düşünce ve kültür platformunun 31 Ekim Uluslararası Karadeniz günü nedeniyle düzenlediği Karadeniz yarına da kalsın paneline Trabzon’dan gelerek katılan Yüksek Mimar Bekir Gerçek bölgede kentlerin hemen hemen coğrafya ile topografya ile uyum içinde olduğunu kentlerin birbirine çok benzediğini belki de bu benzerliği biraz Aşan tek kendin Trabzon olduğunu uyguladıktan sonra şöyle dedi Anadolu’da kentleşme başladığında ilk tercih edilen yerler coğrafyası ve ikliminden dolayı Karadeniz Sahilleri kıyıları oluyor urulan kentlerde İlkin savunma sorunu çözülüyor kaleler yapılıyor savunma sorunu ortadan kaldırıldıktan sonra kentleşme başlıyor Trabzon Bu bakımdan çok değişik Trabzon önce Yunanların atına dediği bölgede fırtına Deresinin yakınlarında kurulmaya başlanmış ancak fırtına Deresinin ikliminden kaçarak bugünkü Trabzon’a gelip kendi burada kurmuş o dönemin insanları iki dere Arasında İki düzlükten oluşuyor Kent ve bu düzlükler iki Düzlük ardı ardına gelen iki düzlükten dolayı da kente Trabeza deniliyor.

Yüksek Mimar Gerçek daha sonra Trabzon’un tarihsel geçmişini uzun uzun anlattı ve bilinme göre kentlerin Suya atılan taşların yarattığı halkalar gibi tek merkezli kurulduğunu Trabzon’un da yarım ay biçiminde yapılan Dağından dolayı bu tanıma uyduğunu dile getirdi ve bugün yaşadığı sorunlara değindi.

Gerçek 1935-37 arasında Trabzon’a gelen bir Fransız mimar kentin planı için hazırladığı plan notlarında bir planlama kurulunun kurulması kentin batısındaki alana konutların yerleştirilmesi yeni konutların yerleştirilmesi eski kentin içindeki Ticaret alanlarının Aynen korunması yeni konut alanına Ticaret fonksiyonunun verilmemesi yolların güneye doğru yapılması gibi ilkeler koyduğunu ama zaman içinde Bunların hiçbirine uyulmadığını dile getirdi gerçek kent planlamasında hiçbir zaman bilim insanlarına işin bırakılmadığı nı üst yönetimindeki iradenin ipleri Elinden bırakmamak istediğini çünkü bu yönetimlerin kent rantların dan beslendiğini ileri sürerek şöyle dedi:

“Trabzon kenti burada anlattığım yanlışlardan vazgeçildiğinde çok basit formüllerle kalanını kurtarabilmeye, kurtarmaya muktedirdir. Yine bu kent yasaları ile birlikte o zaman Trabzon kalkacak ayakları üstüne; yeniden dikilecek, yeniden geçmişin o mutlu mekanları, mutlu mekanlardaki mutlu insanlarını barındıran o Cennet tekrar bizim olacak.”

Mimarlar Odası Genel Başkanı Muhcu da şunları söyledi…

Karadeniz yarına dakalsın panelinin bir başka konuşmacısı Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu idi.  Muhcu kentleşme, kentsel dönüşüm ile afetlerin ilişkisinden yola çıkarak Karadeniz’i değerlendirdi. Karadeniz’den söz ederken özellikle afetlerin gündeme gelmesi tesadüf değildir diyen Muhcu şöyle sürdürdü konuşmasını:

“Bu ne de kentleşme sürecine bakarak artan bir felaket artan can ve mal kayıpları bunlardan söz ediyoruz dünyada depremlerin yol açtığı afetlerin oranına baktığımızda bunun yüzde altı kadar olduğunu bu depremlerde can ve mal kaybı oranının sa ancak yüzde 16 kadar bulunduğunu görüyoruz Yani daha büyük afetler felaketler depremin dışındaki afet felaket nelerdir Türkiye’ye baktığımızda deprem dışı afetlerin daha da büyük olduğunu söyleyebiliriz Ayrıca bir başka açıdan da bakabiliriz olaya araştırmalar gösteriyor ki düşük gelirli insanların yaşadığı ülkelerde afetlerin felaketlerin yol açtığı can ve mal kayıpları daha yüksektir.”

Muhcu,  sözlerinin devamında afetler içerisinde ancak yüzde altı kadar bir orana sahip olan depremlerde depremlerden çok söz edildiğini 16 milyondan fazla insanın yaşadığı İstanbul’da deprem riskinden söz etmenin depremin gündemde bulunmasının doğal olacağını dile getirerek şöyle sürdürdü:

“Oysa depremin dışında %94 oranında başka afetler de var neler: Bunlar şiddetli kuş şiddetli sıcaklar Tayfun Rüzgar Fırtınalar hortum Yıldırım toz Fırtınası toprak kayması ve daha birçok afet deprem felaketinin den daha büyük hasarlara yol açabilir neden olabilir buradan yola çıkarak şunu söylemek istiyorum Türkiye’de rant odaklı kentleşme politikaları afetlerin kaynağını teşkil ettiğini söylemek istiyorum dünyada afetlere kaynaklık eden kentlerde risklerin azaltılması afet risklerinin ortadan kaldırılması için bir takım programlar gündeme getirilmektedir ki 1990 yılından sonra Birleşmiş Milletler’de artık güvenli Kent stratejileri kimi önlemler alınmaktadır Muş’u sözlerinin devamında Türkiye bakıldığında kentleşmenin afetlere kaynaklık teşkil ettiğini izlediğimizi belirterek istediğimizi belirti belirtti 1923 Devrimi’nde Çağdaş kamu yönetimi ve denetimi sistemi yürürlüğe Ey girdiğin Bu doğrultuda modern ve anıtsal yapıların Kent mimarlarına büyük değerler kattığını gördüğümüzü belirtti ve şöyle dedi başta Başkent Ankara olmak üzere modern kentleşmenin değişik yerlerde örneklerini görmemiz mümkün ancak sağlıklı kentleşme stratejilerinin çarpık kentleşmeye dönüşmesi bir başka deyişle çarpık kapitalizmin çarpık kentleşmeleri üretmelerini 3 darbeden sonra izleyebiliriz yani Çağdaş bilimsel ve kamu yararına 3 darbe engelli çökmüştür çıkmıştır 1950’deki Menderes plansız kentleşme politikaları ikincisi 1980 Rejimi ile birlikte kamu yatırımlarının çökertilmesi serbest piyasa ile birlikte kentsel kamusal yaşam değerlerine yönelik bir rant anlayışının yürürlüğe konmasıdır 3 ve çok daha iddialı olanı ise 15 Temmuz 2016’da neresidir darbesidir bu darbeyi Herkes farklı şekilde değerlendiriyor ama biz Mimar ve seyircileri olarak kentleşme anlayışının bütün geleceğine karşı yapılmış bir darbe olarak değerlendirmeniz değerlendirmek teyiz değerlendirmek değil evet Ve sonunda 11 yıldır merkezde 25 yıldır Büyük şehirlerde kentsel dönüşüm politikaları bu 15 Temmuz darbesi ile birlikte bütün ülke sathına yayılmış tır ve bütün ülke topraklarının kentsel dönüşüm alanı olarak ilan edilmiştir.”

Prof. Dr. Bayram Öztürk balıkçılığın sorunlarını dile getirdi…

İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’den Prof. Dr. Bayram Öztürk  panelde yaptığı konuşmada   verimli tabakası 50 metreye düşen Karadeniz’de balık ve öteki türlerde meydana gelen azalmanın nedenlerini açıkladı. Bu azalmanın bir yandan kirlilik parametrelerinin artışına, bir yandan da aşırı ve kaçak avcılığa bağlı olduğunu dile getiren Öztürk, iklim değişikliğinin ve su sıcaklığının da bazı türlerin gelişmesine etki ettiğini belirtti. Türkiye denizlerinin giderek artan ciddi tehditlerle karşı karşıya bulunduğunu ifade eden Öztürk, şöyle dedi: “Bunlar kara kökenli kirlenme, aşırı avcılık, kıyıların tahribi, yabancı denizel türlerin girişi ve başlı başına bir tehdit olan iklim değişikliğidir. Bir yarımada olan ülkemiz bu tehditlere kayıtsız kalamaz. Bu konuda ‘ulusal bir seferberlik’ gerektiğine inanıyoruz. Karadeniz’de evsel arıtma eksikliği yanında katı atıklar da düzensiz depolamayla genellikle de denize atılarak bertaraf edilmeye çalışılmaktadır. Bu konuda gerekli yatırımların tamamlanması şarttır. Ayrıca, yasadışı ve kayıt dışı aşırı balıkçılık nedeniyle canlı kaynaklarımız hoyratça tüketilmektedir. Hedef dışı avcılık azaltılmalıdır. Balıkçılığımızın kalbi olan bu denizde hiçbir deniz koruma alanımız yoktur.”

   Öztürk, Karadeniz’in dışa bağlı olduğu tek kanal olan İstanbul Boğazı’nda petrol tankerlerinden kaynaklanan kirliliğin de balıklar üzerinde etkisinin bulunduğunu belirterek, “petrol kirliliğinin balıkçılığa etkisi en çok üreme ve göç dönemlerinde ve İstanbul boğazı gibi dar boğazlarda olur.”  dedi. Öztürk şöyle devam etti: ” Ekolojik veya biyolojik bir koridor görevi yapan bu tür boğazlarda görülebilecek petrol yayılmaları örneğin Akdeniz ve Karadeniz arasında olan başta balık göçleri zamanından olursa göçler etkilenirler. Ayrıca, yayılan petrolün balık avlama takımlarına verdiği zararlar da vardır.”

Samsum’dan geldi, bir “duyun bizi” dedi…

Trabzon Düşünce ve Kültür Platformu’nun 31 Ekim Uluslararası Karadeniz Günü nedeniyle dün Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde düzenlediği etkinliğin forum bölümünde ilk konuşmayı  Samsun’dan gelerek  etkinliğe katılan Atatürkçü Düşünce Derneği Samsun Şube Başkanı ve Samsun Çevre Platformu üyesi Dr. Işık Özkefeli yaptı. Özkefeli Samsun’un yaşamakta olduğu 2 sorun hakkında bilgi verdi.  Özkefeli şöyle dedi:

“Samsun’da bir çevre katliamı var, hava, su, toprak çevre, bağlarımız ormanlarımız siyasal iktidarın ekonomik krize dayanarak yaptığı toprak satma, yeraltı kaynaklarımızı satma girişimlerinin hızlandığı bir süreci yaşıyor. Bunun sebebi emperyal güçlerdir diyoruz, yerli işbirlikçilerine suçluyoruz ama, bir şekilde kültürümüze havamıza, toprağımıza, suyumuza  sahip çıkamaz hale geldik.  Samsun’da doğa katliamı var. Samsun Havza Kavak bölgesinde Şahin dağlarında yaşanıyor bu katliam. Samsun’da Şahin dağları Kanadalı bir firmaya peşkeş çekilmiştir Havza Kavak arası muhteşem bir uğraş arasında muhteşem bir doğa olan Şahin Dağları şu anda elimizden alınarak Anadolu bir firmaya verilmiş ve ağaçlar kesilmeye başlanmıştır çet raporu sürecinde bize dendi ki ağaçlar seyreltilmesi için kesiliyor yol açmak için kesiliyor ama Kanadalı firmanın Türk ortağı ağaçların tümünü kesmeye başlamış ve orada siyanürle altın arama işlemi yapılıyor tam bu soruna müdahale ederken Bir de duyduk ki Çarşamba ovasının göbeğine tam hava alanının yanına dibine 181 dönüm arazide bir kitle enerji santrali kurulacak yapılmaya başlanmış bile biz bunu basından duyduk biz hemen konuya müdahil olduk mitingler yaptık halkı bilgilendirme toplantıları yaptık devam ediyoruz Samsun valisinin ağzından duyduk Çarşamba ovasını Sanayi açmak istiyorlar verimli tarım arazilerinde sanayi tesisleri kurulacakmış. Çarşamba Ovası 2017’de verilen bir kararla Türkiye’nin en iyi nitelikli tarım arazisi ve SİT alanı. Bu bakanlık kararı. Tamam şu anda tamamen usulsüz bir süreç işliyor ÇED gerekli değildir diye bir projeye kaçak olarak başlandı. Biz müdahil olduktan sonra belediyeye kaçak başlayan projeyi mecliste Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nde legal hale getirdi: gözlerimizin önünde,  halkın Hayır demesine rağmen… Bu proje tamamen Çarşamba ovasını bitirecek bir projedir Türkiye’nin ikinci büyük bir kitle enerjisi santrali yapılıyor buraya burada ne olacağı da belli değil biz yenilenebilir enerji yatırımlarına karşı değiliz ama kuralına göre ve yerinde yapılırsa Bu projenin yeri yanlış bildiğiniz gibi Samsun’un Doğu Yakası azot ve termik santraller kirlenmiş durumda bu bioenerji doğal olarak bölgenin iyice yok olması demek Türkiye’nin Samsun’un beslenmesine en büyük katkı yapan ovanın ortadan kalkması demek proje proje tanıtım dosyasından okuduğunuza göre bu santralda yakılacak biliyor musunuz kentsel atık yakabilir Sanayi atığı yakabilir ithal edilmemiş lastik yakabilir Yani bu enerji santralı çöp çöp yakacak bacasından ne çıkacağını kimse garanti edemez sorduğumuz zaman Bir tehlike yaratıp yaratmadığını Görelim o zaman tedbir alırız deniliyor böyle bir mantık karşısında ne denilebilir ki santral her gün ovanın 1500 ton yeraltı suyunu kullanacak drenajının nereye verileceği belli değil Her çekilen yer altı suyu denizden gelecek tuzlu su ile takviye edilecektir halk ayakta ama gözümüzün içine baka baka baka diyorlar ki Durun bir açalım bakarız zarar zararlı olursa kapatırız böyle bir mantık olamaz kamu yararına çalışan bütün Odalar bir rapor hazırlamışlar olumsuzluklara dikkat çekmişler ama yetkililer Neyi bekliyor zararlı olduğunu görmek için ne olması gerekir ovanın bitmesi insanların ölmesi mi gerekir?”

Milletvekili Aydoğan izleyicileri selamladı…

Trabzon Düşünce ve Kültür Platformu’nun düzenlediği panele izleyici olarak katılan CHP İstanbul Milletvekili Turan Aydoğan, istek üzerine kısa bir konuşma yaparak, böyle bir konunun gündeme getirilmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Aydoğan, “Trabzon’u özlüyorum, dalından erik yemeyi, sokaklarında top oynamayı özlüyorum. Kentlerimizi kimlikleriyle birlikte korumak, çevre sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak için bulunduğum her yerde çevre mücadelesini sürdürme kararlılığındayım.” dedi.

ve Alâettin Bahçekapılı son noktayı koydu…

Trabzon Düşünce ve Kültür Platformu’nun 31 Ekim Uluslararası Karadeniz Günü nedeniyle dün Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde düzenlediği panelin forum bölümünün yöneticisi Alâettin Bahçekapılı’nın panelde sergilenen sorunların “sistemden kaynaklandığını”, dünyada ve Türkiye’de uygulanan ekonomik sistemin ekosistem üzerinde oluşturduğu baskı ve tahribatın ancak “yeniden bir Kurtuluş Savaşı ile” ortadan kaldırılabileceğini, bunun için de “Kuvayi Milliye ruhu ve seferberlik anlayışı ile” hareket etmek gerektiğini vurgulayan konuşması “topluma atılan bir çığlık” gibiydi.

Bahçekapılı konuşmasında şöyle dedi:

“Dünya artık baş döndürücü bir hızla dönüyor/dönüşüyor/değişiyor. Son 40 yılda dünya nüfusu tam iki katına çıktı: 1960’lı yıllarda 3 milyar olan nüfus 1990’lı yıllarda 5.7 milyar. 2000’de de 6 milyar oldu. Şimdilerde 7 milyara doğru gidiyoruz.

Sanayileşmeye bağlı olarak üretim hızla artıyor; tüketim de…

Yenilenemeyen kaynaklar hızla tükeniyor; üretim-tüketim ilişkisi de hızla bozuluyor. Doğal kaynakların gücü aşırı sömürülüyor ve azalıyor; dünya “nimetlerini” paylaşmadaki eşitsizliğin boyutları büyüyor. İnsanoğlunun doğayla ve birbiriyle “kavga”sı kimlik değiştirse de sürüyor; “savaşımın” yöneldiği alanlar ve biçimi değişiyor…

Küresel ekonomi tarihte görülmemiş büyümeye ulaştı: 1950 yılında 5 trilyon dolar, 1980’de 10.9 trilyon dolar olan küresel mal ve hizmet arzı (dünya geliri) 1997’de 29 trilyon dolara çıktı. “1990-1997 yılları arasında küresel ekonomi 5 trilyon dolar daha büyümüştür ki, bu miktar uygarlığın başından 1950 yılına kadar kaydedilen iktisadi gelişmeye eştir.

Ekonomik büyüme, yaygın ekonomik ve toplumsal gelişmeyi de beraberinde getirmiştir. 1950’de tüm dünyada 47 yıl olan ortalama yaşam süresi beklentisi, 1995 yılında 64 yıla çıkmıştır. Her kıtada okur-yazar oranları artmıştır. Bu dönemin önemli bir bölümünde, insanların beslenme düzenleri gelişmiştir.”

Ancak, “küresel ekonomi genişledikçe, yerkürenin doğal sistemleri ve kaynakları üzerindeki baskılar da artmaktadır. 1950-1997 yılları arasında, kereste kullanımı 3 katına, kâğıt kullanımı 6 katına,  yakalanan balık miktarı yaklaşık 5 katına, buğday tüketimi yaklaşık 3 katına, fosil yakıtı tüketimi yaklaşık 4 katına çıkmış, hava ve suyu kirleten öğelerin sayısı ise katlanmıştır. Ekonominin gelişmekte olduğu ve üzerinde yükseldiği ekosistemin büyümediği, acı bir gerçektir; bu gerçek ekonomi-ekosistem arasındaki ilişkinin giderek gerginleşmesine yol açmaktadır.

Temel çevre göstergeleri giderek daha da bozulmaktadır. Ormanlar küçülmekte, su seviyeleri düşmekte, toprak erozyonla kaybolmakta, sulak alanlar ortadan kalkmakta, meralar bozulmakta, nehirler kurumakta, ortalama ısı yükselmekte, mercan adaları ölmekte, bitki ve hayvan türlerinin nesli tükenmektedir. Ekonominin üzerinde yükseldiği ekosistem şu anki hızıyla bozulmaya devam ettiği sürece, küresel ekonominin halihazırdaki yapısıyla uzun süre büyümesi olası değildir.” diyor biliminsanları.

Artık insanoğlu, giderek hızlanan ve yerküreyi “yok etme”  noktasına gelmekte olan çevre sorunlarıyla karşı karşıyadır. Bütün insanlığın ortak sorunu durumuna gelen çevre sorunları herkesten (dünyanın hangi ülkesinde, hangi konumda yaşarsa yaşasın tüm insanlardan) ortak tavır ve ivedi çözüm beklemektedir. Ancak, yerkürenin yaşadığı sorunların sorumlusu olan bizler;

“HİÇ ÇOCUĞUMUZ YOKMUŞ, HİÇ GELECEK KUŞAKLAR OLMAYACAKMIŞ GİBİ DAVRANIYORUZ.”

Bugün Dünya’nın, Türkiye’nin ve Karadeniz’in yaşadığı tüm çevre ve kültür sorunlarının

–  Çözümüne katkıda bulunmak…

–  hakkını savunması, sorumluluğunu yerine getirmesi için kamuoyunu bilgilendirmek,

– karar mekanizmalarının başında bulunanları etkilemek…

– “kirleten öder”  ancak, “temizlemek değil kirletmemek” ilkesinin yaşama geçirilmesini  sağlamak…

–  çevre sorunlarımızın dış kaynaklarına karşı içte ve dışta kamuoyu oluşturmak…

– ülkemizin ekonomik, kültürel, çevresel ve siyasal çıkarlarını koruyucu önlem ve  projeleri desteklemek…

– “Dünya’nın, Türkiye’nin  ve Karadeniz’in yarına da kalması” için:

Dünya’nın  İnsanı,  Türkiye’nin  yurttaşı  ve  sevdalısı  olarak, bireysel/kurumsal  kimlerimizi ve özelliklerimizi koruyarak; bireyler, örgütler ve tüm halk  bir araya gelmeli, çevre  ve  kültür için “yeniden Kurtuluş Savaşı” başlatmalıyız. Kuvayi Milliye ruhu ve seferberlik anlayışı içinde gerçekleştirilecek bu kurtuluş savaşında Mustafa Kemal Atatürk’ün Amasya Bildirisi’nin sonundaki ilke bize yol gösterecektir:  “Vatanın tamamiyeti, milletin istiklali tehlikededir. (…) Milletin  istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”

Haber ve görseller: BRT Yayın Grubu Genel Yönetmeni Alâettin Bahçekapılı

Paylaşın:
Etiketler: » » » » » » » » » » » »
#

SENDE YORUM YAZ